Haberler

 
 
Bir öğretim yılını daha çok farklı duyguları tadarak tamamlamak üzereyiz. Şimdi uzun bir tatil başlıyor öğrenciler için, ancak anne babalar bu tatilin bir kısmında izinli olacaklarından çocukları için planlar yapmaya başladılar bile.
 
Biraz dinlence, biraz kültür sanat , spor ve bilgisayar oyunları ...
 
Tatiller aslında yıl boyunca yapmak istediğimiz şeyleri yapmayı umut ederek büyük beklentiler oluşturduğumuz zaman dilimidir. Uzun bir yaz dönemini kapsayan okul tatilinin ilk haftaları çabucak geçse de ortalara doğru aileler de çocuklar da sıkılmaya başlar.
 
İşte burada birey olarak serbest zaman geçirme anlayışımız, ilgilerimiz, yeteneklerimiz, kişisel özelliklerimiz doğrultusunda edindiğimiz hobilerimiz devreye girer.
 
Yaşam boyunca bize eşlik eden hobilerimizin oluşumu uzun zaman ve emek sonucudur.
 
Çocuklukta biz farkında olmasak da veya adlandıramasak da yapmayı yeğlediğimiz işler vardır. Eğer bu işleri uğraş haline getirmek için uygun ortamı bulursak ömür boyu bize keyif verir. ANCAK keyif almak için yapılan işin, uğraşın zorunluluk değil, yarış değil, tercih olması gerekir.
 
Bize uygun uğraşın ne olduğunu bulmak için bir çok şeyi denememiz ve içinden bizi iyi hissettiren ile yolumuza devam etmemiz gerekir. Bu elemeyi yapma sürecinde "ayran gönüllü veya maymun iştahlı" olarak hangimiz adlandırılmadık acaba? Ama denemeden nasıl bilebilirdik ki ne hissedeceğimizi? Neyse ki bizim zamanımızda "Ben gitar çalmayı öğrenmek istiyorum" der demez bize gitar almazdı evdekiler. Arkadaşımızın, komşu ağabey, ablanın birinin gitarını yalvar yakar bulur, baktık ki istediğimiz şey bu değil, vaz geçebilirdik. "Bir sürü para verildi, beklenti oluştu çalmak istemesemde çalayım" baskısını yaşamazdık.
 
Böyle yetişen anne babalar olarak biz ne yapıyoruz? Daha çocuk etkinlige başlamadan, tüm iyi niyetimizle, ne lazımsa alıyor, getir-götür işlerini ayarlamak için zamanımızı planlanlıyor, ne kadar yorgun da olsak onları bir şekilde etkinliğe yetiştiriyoruz. Çocuk belki yaptığı etkinliği tam olarak keşfetmeden, zevkine varmadan "Takıma alalım, klübe alalım sonra yarışmaları katılsın" yaklaşımı ile karşı karşıya kalabiliyor ve keyif almadan profesyonelliğe yönelik yoğunlukta çalışmalar başlayabiliyor, sonuç genellikle "karnım ağrıyor bugün gitmesem" olabiliyor...
 
Çocuğumuzun, hız ve yarış ortamından uzaklaşma şansını yakaladığı tatil döneminde, zorunluluk olmayan ve keyif alarak yaptığı uğraşları keşfetmesi, ileriki yaşlarda yoğun iş temposu içinde, yaşam enerjisini arttıracak hobiler edinmesinde önemli yere sahip olabilir.
 
Güzel bir tatil geçirmeniz dileği ile
 
 
Uzm. Psikolojik Danışman
Mehtap BURAK
 
 
 
BAŞARI NEDİR Kİ?
 
Günümüzün rekabetçi dünya şartlarında başarı kriterleri her geçen gün daha da zorlaşıyor. Bizden her şeyi, en iyi şekilde bilmemiz ya da yapmamız bekleniyor. Yetişkinlerin işleri biraz daha kolay. En azından bizim zamanımızda yoktu öyle bir şey deyip, kurtulabiliyoruz beceremediğimiz işlerden. Oysa gençlerin pek kurtulma şansları yok.
 
Ne de olsa devir; ya "0" ya "1" devri. Eğer 0 ise başarısızsın! Eğer "1" ise yeni "1"'ler eklemelisin.
Peki başarı gerçekten de bu kadar zor, karmaşık, ve tatminsizlikleri doyurmaya çalışmakla geçen bir süreç mi?
 
Yıllardır gençlerle, onların sorunlarıyla, eğitim süreçleriyle ilgilenen ve sonrasında da iş yaşamlarını takip etmeye çalışan biri olarak söylüyorum ki; kesinlikle başarıya ulaşmak genel ve hakim kanaatin aksine, bilinen ve zor yollardan geçmiyor. Belki yine koşullar nedeniyle zor; ama doğru şey ya da şeyler yapıldığında zor kolaya dönüşüyor.
 
Yaptıkları işlerde mutlu, huzurlu ve başarılı olanlar, hikayelerini anlatırlarken, her şey bir çırpıda ve kendiliğinden olmuş gibi anlatır ya. Tıpkı öyle kolay olabilir başarıya ulaşmak.
 
İstediğin şeyi, ama kendi derinliklerine indiğinde de istediğin şeyi yapmayı kafana koyduğunda ve o andan itibaren gerek şeyleri yaptığında, bir de bakmışsın ki . varmak istediğin noktadasın. Başarıya ulaşma yollarını anlatan kişisel gelişim kitapları buna benzer binlerce hikayeyle dolu. Ama sanırım bizleri en çok çevremizde olup biten, gördüğümüz hikayeler etkiliyor.
 
Yıllar önceydi. Üniversite sınavına giren bir grup öğrencim, sonuçların açıklanmasından sonra tercih işlemlerini gerçekleştirdiler ve birçoğu da oldukça iyi üniversitelere ve bölümlere yerleştiler.. Sınavda gösterilen başarının raporlanması gerekiyordu. Bu nedenle 32 öğrenciyi aldıkları puana göre sıraladığımız bir liste hazırladım. Listenin özellikle ilk sıralarında bulunanlar, ülkemizin gözde üniversite ve bölümlerini kazanmışlardı. Mutluydular. Sınavda bekleneni veremeyen; ama başarılı bir öğrencim ise özel yetenek sınavıyla öğrenci alan bir bölümün yetenek sınavını kazanmıştı. Ve bu öğrenci söz konusu listenin 31. sırasındaydı. Listeyi gören bir öğrencim, "Hocam, sizce bu listeden hangimiz ya da hangilerimiz hedefine ulaştı? Yani kimler başardı?" gibi bir soru sordu. Listeye baktığımda kendisinin kişilik özelliklerine ve isteklerine en uygun bölüme yerleşenin 31. sırada bulunan öğrencimin olduğunu düşündüğümü söyledim. Puanı diğerlerine göre oldukça düşüktü.
 
Bazen hiçbir rakam başarıyı ölçemeyebilir. Dolayısıyla bana göre başarılı olan o idi. Şüphesiz ki diğerleri de başarılıydı. Ancak o öğrencimi tanısaydınız. Siz de benim gibi düşünürdünüz. Konuşkan, kendini çok iyi ifade edebilen, belki de daha önemlisi ifade edileni anlayabilen hemen her organizasyonu planlayan ve yürüten, kültür ve sanata ilgili, medya alanında çalışmak isteyen ve bir matematik-fen programı öğrencisi olmasına rağmen iletişimle ilgili bir bölümde okumaya en azından lise hayatının son döneminde de olsa karar verebilmiş bir öğrenciydi. Matematik - fen programı demişken, bu öğrenci neden matematik - fen programındaydı? Onca emek onca sıkıntı boşa mı gitmişti? Ailesi onun adına o daha 15 yaşındayken karar vermiş ve matematik - fen alanına göndermişti. Şüphesiz ki belki tüm bunların yaşanması gerekiyordu onun bu kararı verebilme sürecinde. Hepimizin de bize karar aldıran hoşumuza gitmeyen yaşam deneyimlerine böyle bakmamız gerekmiyor mu? Başarının ne olduğunu bir kez daha sormamız da.
 
İnsan ömrü bir , iki veya bilemediniz üç mesleği yapabilmeye imkan tanıyor. Ama birini en azından çok iyi yapmak gerekiyor. Karl MARX, toplumların gelişimlerini erdem olarak tanımladığı bir meslek sahibi olabilmeyi başarmış insanların sağlayacağını söylüyor. Doğru seçilmiş bir meslek, zevkle yapılan bir iş başarı değildir de nedir?
 
Başarıyı sadece yapılan iş, alınan eğitim, varılan nokta gibi de düşünmemek de lazım. 
Başarı biraz da yapılan etkinliklerin çokluğuyla, ölçülebiliyor. Sosyal yaşamı renklendirebilecek faaliyetlerde bulunabilmek; bu, insana küs teknoloji çağında başarı değil mi? En önemlisi de dostlarınız var mı hayatta, sizi sizden daha çok düşünen? Sadece size özel, sevdiğiniz bir yemeği pişiren biri var mı mesela? Yüzünüzde bir gülümseme oluşması için çaba sarf eden biri? Dostluk kurabilmek başarı değil mi?
 
Sonra, istediğiniz gibi yaşayabiliyor musunuz? İstediğiniz şeyi , istediğiniz şekilde yapabiliyor musunuz? Hayatınızı kendiniz yönlendirebiliyor musunuz? Kararlarınızı kendiniz verebiliyor musunuz? Başarı böyle bir şey işte. Rakamlarda saklı değil. Hayatın küçük detaylarında. Ve mutlu olabiliyor musunuz? En büyük başarı mutluluk belki de...
 
Mutlu günler geçirmeniz dileğiyle......
 
 
Psikolog Eray ÜNLÜ