İlkokul ve Ortaokul Velilerimiz İçin

 
Bizler, ister öğretmen olalım ister veli olalım, yetişkinler olarak nasıl öğrenciler ve çocuklar istiyoruz? Söz dinleyen, kurallara harfiyen uyan, yaşamı ve düzeni sorgulamayan, günümüzün rekabetçi ve başarı odaklı dünyasında "başarılı" olma hedefine kilitlenmiş öğrenciler mi?
 
Yoksa bizlere farklı birer birey olduklarını, ve bu farklılıklarını doğal karşılamamız gerektiğini davranışlarıyla gösteren gençler mi?
 
Ergenlik, insanın tüm yaşamı boyunca geçirdiği en çalkantılı dönem. Nasıl olmasın ki? Düşünsenize, sadece birkaç yıl içinde, bedeniniz sürekli bir değişim geçiriyor. Bir kaç yıl önce ilgilendiğiniz şeyler ilginizi çekmediği gibi artık yeni ilgileriniz var. Damarlarınızda yeni ortaya çıkan ve sizi yönetmeye çalışan hormonlarınız var artık. Bitip tükenmek bilmeyen bir enerjiniz var ama bu enerjinize talip birçok da görev ve ödeviniz. Ve çevrenizde "çok bilmiş yetişkinler". Size sürekli birşeyler söylüyorlar. Onu öyle yapma, bunu böyle yap, yapmazsan!!!!!!!.
 
Ebeveynler olarak bizler, yönlendirme, telkin ve tavsiyelerimizle donattığımız çocuklarımızın iyi birer yetişkin olma konusunda iyi bir yolda olduğunu düşünüyoruz. Oysa biz eğitimcilerin meslek yaşamımızda karşılaştığımız gerçekler, bilim insanlarının yaptığı çalışma ve araştırmalar, bu inanışın doğru olmadığını söylüyor. Peki ergenliğe giren bir gencin, bizden alacağı nelere ihtiyacı var? Ona nasıl davranmalıyız?
 
Erikson; küçük çocukların kendi başlarına çevrelerini keşfetmeye başladıklarında ilk kez "özerklik duygusu" oluşturmaya çalıştıklarını ve bundan hoşnut oldukça da isteklerini yapmayı sürdürdüklerini söyler. İlk özerklik duygusunun somut ifadelerinden biri 2-3 yaş çocuklarında en çok rastladığımız kelimenin "hayır" olmasıdır. Bu "hayır" çocuğun ilk kez "ben de ayrı bireyim" diyebilmesidir.
 
Aslına bakarsanız "hayır" demekte ısrar eden 3 yaşındaki bir çocuk ile anne yada babası sorduğunda nerede olduğunu sır gibi saklamakta ısrar eden bir ergenin her ikisi de gelişen bağımsızlık ve özerklik duygularını ifade etmektedir.
 
Ergenlikte çocuk, ana-babanın eksik, yetersiz, taraflarını görmeye başlıyor. Bu sürece "değersizleştirme " diyoruz. Düne kadar size tapan minik yavrularınız, sesleri kalınlaştıkça, vücutları şekil değiştirdikçe, kısacası büyüdükçe, sizin, konuşmanızı, kıyafetlerinizi, tutum ve davranışlarınızı sıklıkla eleştirmeye başlamışlardır artık.
 
Ergenin ayrışma ve bireyleşme süreçlerini gerçekleştirebilmesi için "değersizleştirme" beklenen, gerekli bir durumdur. Yani bunu anlayışla karşılamamız gerekiyor. Bu çatışmalar sonsuza dek sürüp gitmeyecektir. İhtiyacımız olan sadece biraz sabır.
 
"Değersizleştirme" sürecinde ergen, ana-babadan duygusal olarak uzaklaşır. Bu döneme de "ayrışma" diyoruz. Ana-babadan ayrışma bireyleşme için olmazsa olmaz bir süreç. Onlar bizim kanatlarımızın altından çıkabilsinler ki, uçmayı öğrenebilsinler.
 
O güne kadar sevgi ve destek kaynağı olan ailesiyle ayrışmaya giren ergen, yeni sevgi ve destek kaynakları arar, ki bu boşluğu akran grupları doldurur.
 
Ancak bu süreçte ergen birey olabilmek için ailesinin kanatları altından çıkarken bir gruba ait olma duygusu içinde akran grubundan da haddinden fazla etkilenebilir, ki bireyleşme konusun da bu da bir engeldir.
 
"Bireyleşme" ise ergenin özellikle kendisi ile ilgili konularda, sorunlarda kendi kararlarını kendisinin verebilmesi, kendi seçimlerini kendisinin gerçekleştirebilmesidir. Zaten bizim istediğimiz de bu değil midir?
Ergenin geleceğini planlayabilmesi, kendisine anlamlı bir yön verebilmesi büyük ölçüde bireyleşmenin gerçekleşmesine bağlıdır.
Ayrışma sürecinde ergenler ruh sağlığı anlamında olumsuz bir dönemden geçerken, bireyleşmeyi başaran ergenler ruh sağlığı bakımından daha iyi bir düzeye ulaşırlar..
 
Ebeveynlerin, ergenlik dönemine giren çocuklarıyla ilişkilerinin bir daha asla eskisi gibi olamayacak olması gibi bir kaygıyla hareket etmemeleri gerekir.
Ayrışmayı ilişkilerin, bu yeni durum karşısında yeniden düzenlenmiş hali olarak değerlendirmek gerekir.
Ergenler ve ana-babaları ergenlik sırasında ilişkilerini yeniden düzenlemiş olsalarda , duygusal bağları hiçbir şekilde kopmamaktadır.
 
Ana-babadan ayrışma bir kopuş değil, bir geçiş sürecidir.
Burada beklenen durumu en iyi şekilde ifade eden cümle şu olurdu; "Bağımsız ama bağlı olmak".....
 
Daha önceleri ergenlik bireylerin ana-babasından uzaklaşması ve onlara isyan etmesi olarak düşünülürdü. Anna Freud, bundan yaklaşık 40 yıl önce ergenliği "fırtınalar ve stresler dönemi" olarak tanımlamıştır.
Oysa yakın araştırmalar duygusal özerkliğin gelişiminin tipik olarak daha barışçıl ve daha az kargaşalı olduğunu gösteriyor. Belki de gelişen toplumda bizler ergenlerin bu zor dönemlerinde onlara daha fazla anlayışla yaklaşabilmeyi başarır hale geldik.
 
Bireyleşmenin ilk işaretlerinden biri ergenin ana-babasını "idealize etmekten" vazgeçmesidir. Ancak sağlıklı bireyleşmenin gerçekleşebilmesi ve ergenin olumlu ruh sağlığı, uzak değil, yakın aile ilişkileriyle beslenir.
 
Ergenlikteki gergin aile ilişkileri olumlu gelişimi değil, sorunları vurgular. Bu nedenle olası gerilimlerden uzak durmak, tartışma ve çatışmaları fazla büyütmemek hem ebeveynler için hem de ergen için faydalı olacaktır.
 
Bireyleşme sürecini engelleyen ana-babalara sahip olan ergenlerin, kaygı, depresyon ve diğer psikolojik problemlere daha yatkın olabildikleri gözlemlenmektedir.
 
Ergenin bireyleşme sürecinde, başarılı olmalarını istiyorsak onlara olanak vermeliyiz, kısıtlayıcı bir davranış örüntüsü göstererek onların bu zor süreçlerini daha da zorlaştıracağımızı gözardı etmemeliyiz.
 
Peki ne tür olanaklar?
 
En başta ifade etme olanağı;
Çocuklarımız "hoşumuza gitmeyen" bir davranış sergilediklerinde, onlardan daha fazla açıklama isteyerek, sorumlu bir şekilde konuyu tekrar gözden geçirmelerini sağlamak etkili bir yöntem olabilir. Sadece yanlışı ortaya koyup, suçlayıcı bir tavırla iletişim kurarsak tartışma sürecini başlamadan bitirmiş oluruz.
 
Çocuklarımızın bağımsızlığını, sorumluluk duygusunu ve benlik saygısını ana-baba tutumlarının etkilediğini unutmayalım.
 
Gözlemlerimiz kendi bireyleşme sürecini başaramamış ana-babaların bireyleşme sürecinde çocuklarına karşı çok daha acımacısızca davrandıklarını gösteriyor.
 
Başarılı yönetilmiş bir ayrışma ve bireyleşme süreci sağlıklı bir yetişkin yaratır.
 
Olumlu bir psikolojik gelişim, ergenin hem "bağımsız" olması hem de "karşılıklı bağımlı işlev görme kapasitesi"ne sahip olmasıyla mümkün olacaktır. Yani çocuğumuz hem bağımsız olacak hem de bizimle ilişkilerinde bize "bağlı olacak" tam da istediğimiz bu değil mi?
Yukarıda da dediğimiz gibi "bağımsız ama bağlı" olmak...............
 
Psikolog Eray ÜNLÜ