Logo
Bu sayfayı yazdır

Öğrencimiz Samiye Ayda Kaynar’ın (8-Z) Yaratıcı Çocuklar Derneği 12. Öykü Yarışması’ndaki Büyük Başarısı

Öğrencimiz Samiye Ayda Kaynar’ın (8-Z) Yaratıcı Çocuklar Derneği 12. Öykü Yarışması’ndaki Büyük Başarısı

Samiye Ayda Kaynar

Ortaokul öğrencilerimizden Samiye Ayda Kaynar, Yaratıcı Çocuklar Derneğinin 2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı’nda düzenlemiş olduğu “Doğa ve İnsan” konulu öykü yarışmasında “Yer Altı Çocukları” öyküsüyle 7. Sınıflar kategorisinde 1. olmuştur.

Öğrencimizi kutlar, başarılarının devamını dileriz.

YER ALTI ÇOCUKLARI

 "Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak."                           

Kızılderili Atasözü

“İlkyaz, İlkyaz”. İlkyaz, gözlerini yavaşça açtı ve uyandı. “Sabah oldu” dedi annesi usulca.  “Ya da gece” dedi büyükannesi yan odadan, “Ne güneşi ne ayı görebiliyoruz, kim bilir belki sabahları uyuyup, akşamları kalkıyoruz.” Dünyada oksijen gittikçe azaldığı için yer altında yaşıyorlardı. Her yer toprak ve çamurdu. “Annesi onu duymazdan gelip “Kalk da kahvaltını et, bugün okula erken gidiyoruz” diye söylendi. “Sandviç yiyip çıkarım.” dedi ve salona büyükannesinin yanına gitti. “Güneş ve ay nasıl bir şey?” Büyükannesi gülümsedi, “Eskiden biz sabah olduğunu bilmek için güneşe bakardık” dedi. “Kocamandı ama çok uzakta olduğu için küçük gözükürdü, altın sarısı rengindeydi, bütün Dünya’yı aydınlatan oydu. Bazen çok parlayıp yazları sıcacık yapardı. Doğrudan ona bakarsan gözünü acıtırdı.” “Peki ya Ay?” “Ah Ay...” diyip düşüncelere daldı büyükannesi. “Çok severdim, herkes onun parladığını sanırdı ama aslında parlaklığını güneşten alıyordu. O gece yarısı karanlığın arasında yol gösteren yalnızca oydu. “Peki ormanlar, çiçekler  var mıydı?” dedi İlkyaz heyecanla. “Vardı tabii” dedi büyükannesi. “Ama daha okul üniformanı bile giymemişsin!” diye bağırdı annesi içeri girerek. İstemeye istemeye üniformasını giyip annesinin yanına gitti. “Bugün başka bir yoldan geçeceğiz.” dedi annesi. “Bir iş görüşmem var yani seni okula erken bırakmalıyım.” Oysa annesinin “iş” dediği UÇAB’tı. Tam anlamı “ULUSAL ÇÖP ARAŞTIRMA BİRLİĞİ”. Biliyorum çok saçma geliyor. İlkyaz ve büyükannesi de öyle düşünüyordu zaten ama annesi asla böyle düşünmemesini, işi olmasaydı bütün yer altının çöple dolacağını söylüyordu. Büyükannesi de hep sohbete karışıp “Madem öyle neden bu işi bütün Dünya kirlenmeden önce yapmadınız?” derdi. Annesi bu soruya hiç cevap vermezdi. Bu da İlkyaz’ı daha meraklı yapardı. Annesi bu sunumda başarılı olursa işinde üst seviyeye geçeceğini söylüyordu. Normalde sadece atık ile geri dönüşümleri ayırıyormuş, üst seviyeye geçtiğinde laboratuvarda araştırma yapabilecekmiş. Aslında “laboratuvar” dediği birkaç eski, paslanmış şişe ve teleskop yerine kullanılan iki büyüteç. 

İlkyaz, annesi ile çamurlu yoldan geçerken yolda bir kapı gördü. Normal bir kapı değildi bu, ahşap ve maviydi ve altın renginde bir levhası vardı. Üstünde “Köstebekler” yazıyordu. Bu İlkyaz için anormal bir şeydi çünkü Çukur Mahallesi’nde hiçbir evde kapı yoktu. Okul ve iş yerlerinde kapı olurdu, onlar da samandandı. “Bu da ne?” diye sordu İlkyaz, annesine. Annesi bir anda afallamıştı. Kapıya ürkek bir şekilde baktı ve “Önemli bir yer değil...” dedi “Sen sadece oraya gitme yeter.” Ama bu İlkyaz’ı daha da meraklandırmıştı. Okula geldiklerinde İlkyaz hemen arkadaşlarının yanına koştu. Onlara yolda neler gördüğünü anlatmalıydı mutlaka. Öyle hızlı gelince arkadaşları da meraklandı tabii. “Ne oldu?” diye sordu Nazlı. “Yoksa büyükannen yeni şeyler mi anlattı?” Bütün sınıf İlkyaz’ın büyükannesinin hikayelerini dinlemeyi çok severdi. Tabii bu Dünya’yı hiç görmeden yer altında doğdukları için merakları normaldi. “Hayır.” dedi İlkyaz “Çok daha önemli bir şey. Sınıfa gireyim de herkes duysun.” İlkyaz sınıfa girdiğinde bütün sınıf etrafına toplandı. “Bugün yolda neler gördüğüme inanmayacaksınız!” dedi İlkyaz. “Annemle kısa yoldan geçerken mavi, tahta bir kapı gördüm, üstünde de “Köstebekler” yazıyordu.” “Onu ben de gördüm!” dedi Aksu, “Babam ilgilenmemem gerektiğini söylemişti.” “Benimki de!” dedi İris arkadan. “Peki orada ne var?” diye sordu Burçe. “Kimse bilmiyor. ”diye cevapladı İlkyaz. “Belki ağabeyim biliyordur.” dedi Batı. 

            Batı’nın ağabeyi Doğu, Çukur Mahallesi’ndeki çocukların lideriydi. Çukur Mahallesi’ndeki dünyayı gören tek çocuktu ve en büyükleriydi. Diğerleri yer altında doğsa da Doğu, insanlık yer altına taşındığında üç yaşındaydı. Sadece dış dünyayı gördüğü için değil aynı zamanda çok zeki ve plan yapmakta da harika olduğu için herkes onu dinlerdi. Bu kadar güç ve ilgi iyi olsa da aynı zamanda yorucu ve stresliydi. Her zaman biri ona dış dünyanın nasıl bir yer olduğunu sorardı ve o, bir zamanlar sadece üç yaşında olduğu için pek iyi hatırlayamaz ve düzgün bir cevap veremezdi. Onun bu konu hakkında bir şeyler bilmesi büyük bir olasılıktı. “Çabucak bir soru soracağız.” dedi Batı. “Bataklık Sokağı’nın ortasındaki “Köstebekler” yazan kapının arkasında ne var?” İlkyaz, Doğu’nun tepkisinin annesininki ile  aynı olduğunu fark etti. “Bataklık Sokağı’ndaki çocukların söylediği doğruymuş demek.” dedi korkuyla. “Söylenene göre insanlık yer altına taşındığında Hugo Mole adlı bir bilim insanı içine kapanmış ve bir daha kimseyle görüşmemiş. “Köstebekler” adlı bir kulüp kurduğu ve gizli deneyler yaptığı söyleniyor!” Üstelik dünyada son kalan tohum da ondaymış. “Orayı görmem lazım!” dedi İlkyaz. “Evet.” dedi Doğu. “Eğer ölmek istiyorsan!” İlkyaz konuyu değiştirmeye çalışarak “Eee, siz nereye gidiyordunuz?” dedi. “Annem gidip Kuyu Mahallesi’nden su almamı istedi.” diye cevapladı Kuzey. “Hazır gitmişken Kuyu Mahallesi çocuklarının lideri Güney ile buluşacaktık.” İlkyaz alaycı bir gülüş atarak “O suyu almakta iyi şanslar, Kuyu Mahallesi çocukları suları hakkında çok tutumludur, bir iki şişe suyu almakta bir şey yok ama üç günlük bir bidon su almak istiyorsan karşılığında çok değerli bir şey vermen gerekir.” Kuzey gülümseyerek “Onu düşündüm.” dedi ve cebinden bir kese bilye çıkardı. “Aman tanrım!” diye haykırdı İlkyaz. “Bunlar kristal misket mi?” Yer altında doğmuş çocuklar hayatında hiç cam görmedikleri için gördükleri her şeffaf şeyi kristal ya da mücevher sanırlardı. Bu da yer altında yaşadıkları ve bazen elmas, zümrüt vb. şeylerin bulunmasının haberi alındığı için normaldi. “Evet” diye cevapladı Kuzey, gururla “Ama sohbete vaktimiz yok.” diyerek çocuklarla birlikte gitti. 

İlkyaz eve geldiğinde annesi ve büyükannesi yine kavga ediyordu. Genelde İlkyaz eve geldiğinde kavga etmeyi bırakıp konuşmazlardı ama bu sefer İlkyaz, neyin hakkında kavga ediyorlar, öğrenmek istiyordu. Kulağını toprak duvara dayadı ve onları dinledi. “Ona dış dünyada neler var anlatmamalısın, oraya çıkmak isteyecek!” “O akıllı bir kız, oranın tehlikeli olduğunu biliyordur.” “Peki ya velilerin şikayetlerine ne diyeceksin?” “Neymiş şikayetleri?” “İlkyaz, mahalledeki çocuklara senin hikayelerini anlatıyormuş!” “Nesi kötü bunun!” “Şikayetçiler! Öğretmenlere ne demeli?” “Ne diyor ki onlar?” “Dersleri hiç ciddiye almadığını, diğer çocukların kafalarını saçmalıklarla doldurduğunu söylüyorlar!” “Onlara ders diyorsan...” “Bu gidişle okuldan atılabilir!” “Atılsın da ona daha önemli şeyler öğreteyim!” İlkyaz kavganın ileriye gittiğini fark etti ve içeri girdi. Her zamanki gibi ikisi de sustu. Bilmiyor gibi gözükmek için “Yine mi kavga ediyordunuz?” diye sordu. Annesi sanki çok kötü bir şey söylemiş gibi ona baktı ve “Kavga etmiyorduk, tartışıyorduk!” Annesi bu konuda çok netti. Ona göre “kavga” ve “tartışmak” tamamen farklı şeylerdi. “Her neyse...” dedi ve odasına gitti. Sonraki gün annesi o daha uyanmadan işe gitmişti, bu demek ki okula tek başına gidecekti. Bataklık Sokağı’ndan geçerken kalbi hızla atmaya başladı. Bu normalde hiç olmazdı. Neden korkuyordu ki. Yoksa “Köstebekler” yazan kapıdan mı? Normalde oradan korkmazdı. Okuldakilerin söylediklerine de inanmıyordu. “İlkyaz, İlkyaz!” bu Güneş’ti. “Ben genelde “Köstebekler” yazan kapıdan geçmek istemediğim için okula Çukur Mahallesi’nden geçerim ama orada bir toprak kayması olmuş!” “İstersen birlikte gidebiliriz.” dedi korktuğunu belli etmemeye çalışarak İlkyaz. Bütün yol boyunca sohbet ederken sonunda kapının yanına geldiklerinde dehşet verici bir patlama sesi duydular. Ses kapıdan geliyordu. İlkyaz, arasından dumanlar tüten kapının yanına gitti ve kapıyı çaldı. Öksürük nöbetine girmiş Prof. Mole “Kimsin sen, ne istiyorsun?” diye haykırdı. “Be... Ben, iyi misiniz kontrol etmek istedim.” dedi İlkyaz. “Başkalarının işine burnunu sokmayı seviyorsun galiba.” dedi ve kapıyı kapattı.

Okula geldikten sonra bütün yer altı çocukları ile bir görüşme ayarladılar. “Sorun nedir?” diye sordu Doğu. Bütün mahallenin çocuklarının liderleri öne oturmuştu. İlkyaz, Güneş ile neye tanık olduklarını anlattı. “Orada ne var görmeliyiz.” dedi Doğu, “Her ne yapıyorsa burası için tehlikeli ve birinin görmesi lazım.” “Deli misin sen?” dedi Kuzey, “Siz Çukurlular cesur mu yoksa aptal mı belli olmuyor bazen.” “Zaten siz Bataklıklılar hep korkak olmuştur.” dedi Güney. Kuzey ona dönerek “En azından biz siz Kuyulular gibi bencil değiliz.” dedi, “Su almak için bir ton kristal misket vermek gerekiyor!” Güney, sanki hakarete uğramış gibi “Biz mi benciliz?” dedi “Biz hak ettiğimizi alıyoruz, siz bir damla suyu bile hak etmiyorsunuz!” Tam bir kavga başlamak üzereyken Doğu aralarına girdi, “Lütfen bu geçen seferki su kavgasına benzemesin!” dedi ve buna oylama ile karar vermeyi önerdi. Çoğunluk evet diyince “O zaman plan yapmaya başlayalım” dedi. İlkyaz ve Batı, okuldan sonra kapıya doğru yürüdüler ve kapıyı çaldılar. “Yine mi sen?” dedi Prof. Mole. “Bir okul projesi için” dedi İlkyaz. Onlar konuşurken, Doğu gizlice kapıya yaklaştı ve itti, kapı kapanmıştı. Prof. Mole kapıyı açmaya çalıştığında işe yaramadı ve panikledi. “Anahtarlarım nerede? Anahtarlarım!” Batı endişelenmiş gibi yaparak “Merak etmeyin bizim mahallede bir kapıcı var, 92 numaralı evde yaşıyor, bunu açabilir”. O gittikten sonra Doğu, ondan aşırdığı anahtarları çıkarıp kapıyı açtı.

İçerisi, çocukları sanki başka bir dünyaya sürüklemiş gibiydi. Zemin, duvar ve merdiven bembeyazdı. Ortada kocaman bir bilgisayar ve cam vitrinlerde duran yüzleri köstebeğe benzeyen robotlar vardı. Çocukların bazıları robotları inceliyor bazıları da bilgisayar nasıl çalışıyor çözmeye çalışıyordu. Ama Prof. Mole kapıyı kırarak içeri girdiği zaman hepsinin dikkati dağıldı. Prof. Mole, öfkeyle kırmızı bir düğmeye bastı. Bir anda vitrindeki camlar kalktı ve köstebek robotlar dışarı çıktı ve  çocuklarla robotlar arasında bir savaş başladı. Çocuklar sopalarla vurarak, su balonları atarak onları devre dışı bıraktı. Prof. Mole, İlkyaz’a doğru koştu. “Yakında  gün ışığını bile göremeyeceksin seni küçük solucan!” “Ben hayatımda hiç gün ışığı görmedim!” diye bağırdı İlkyaz ve onu merdivenlerden itti. Ne olduğunu anlamayan Prof. Mole kafasını çarpıp bayıldı. “O... o... öldü mü?” dedi İlkyaz. Güney kafasına bir kova su döktü ve Prof. Mole ayıldı. “Hayır, hâlâ yaşıyor!” dedi gülümseyerek. Bir anda bütün çocuklar bir adım geri gitti. “Sırrımı öğrendiniz artık benden korkmanıza gerek yok, dedi Prof. Mole. Bir robot ordusu yaparak kendimi ölümsüz kılmak istedim. Bir zamanlar yararlı şeyler adına çalışan ünlü bir bilim insanıydım. Ancak gözü doymayan büyük şirketler benden Dünya’daki son ormana bir otel inşa etmemi istiyorlardı. İstifa ettim ve buraya saklandım. Ama onlar yine de inşaatı yaptı. Sonra Dünya’daki oksijenin bittiğini fark ettiler ve “HOLE” projesini yarattılar. Bütün oksijen tüplerini alıp yer altına taşıyacaklardı. Aptallar 7 milyar kişiden sadece 10.000 kişiyi kurtarabildiler.” Bir anda odaya bir sessizlik çöktü, kimse konuşmadı. “Biliyorum ki  2000’den beri gelecekte harika şeyler olacağı  söylenirdi. Şimdi ise insanlar köstebek gibi yer altında geziyor. Ben de buradan kaçmak için bir uzay gemisi yaptım! Tam 20.000 kişi sığabilir. Normalde kendim içindi ama siz kullanmayı hak ediyorsunuz. Ben de burada kalıp şarjımın bitmesini bekleyeceğim.” 

On gün sonra bütün insanlık uzay gemisine bindi. Tam ayrılmak  üzerelerken İlkyaz’ın büyükannesi onları durdurdu, astronot kaskını taktı, kapsülü kapatıp dışarı çıktı, cebinden bir tohum çıkardı ve toprağa gömdü. Geri döndüğünde “Ne yaptın?” diye sordu İlkyaz büyükannesine. Büyükannesi  Prof. Mole’un olduğu tarafa bakarak cevapladı.

 “Geleceği değiştirdim!” 

Samiye Ayda KAYNAR
7/Z SINIFI 
TED ANKARA KOLEJİ VAKFI ÖZEL ORTAOKULU

Son DüzenlenmeCuma, 16 Ekim 2020 07:10
TED Ankara Koleji Vakfı Okulları ,Taşpınar mah. 2800. cad. no:5 İncek, Gölbaşı Ankara | Telefon: 0312 5869000